‘’Erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer’’ diye bir söz vardır, hepiniz bilirsiniz. İşte yazmanın yolu da okumaktan geçer. Ben şu ana kadar hiçbir yerde hiçbir koşulda okumadan yazanı görmedim. Yazı dediğimde a-b-c değil, bu harflerden anlamlı dizeler çıkarmaktır. Ünlü yazarların yazarlık yolu da okumaktan geçmiştir. Okumuş, okumuş ve okumuşlardır. O an hissettikleri duyguları kâğıda dökmüş, yazmayı hayatlarının anlamı olarak görmüşlerdir. Ve artık onların ‘’usta’’ kalemleri vardır. Bizim neden usta bir kalemimiz olmasın ki? Sadece çook okumamız gerek o kadar.
Bana genellikle okurken ilham gelir. Kitaptaki bir cümleye takılırım ve ‘’bundan güzel hikâye çıkar’’ derim. Gece yatarken de beni ziyaret eder ilham. Geldiğinde ‘’hoş geldin’’ deyip yatağımdan kalkar, yazımı yazmaya başlarım. Okuduğum hikâyelerden esinlenerek ruh halime göre yazdığım yazılar bazen çok güzel olur, bazen de takdire şayan.
Yazmak her yiğidin harcı değildir. Okuyan yazar, yaşayan yazar ama en önemlisi hisseden yazar. Kalemi eline alır, yazdım mı yazar. Yazdıklarından bir şey beklemez, iyi-kötü ayırt etmez. Ya okumak? Nasıl her işin başı sağlıksa edebiyatta, sanatta da her işin başı okumaktır. Her şey okumaktan geçer. Okuyan insan huzurludur, mutludur. Her gün yeni bir şey öğrenmek pahasına uyanır. Yeni bilgiler öğrenir, kelime dağarcığına kelime kazandırır ve rahatlar. Her gün bir kitap bitiren, okumadan duramayan insanlar biliyorum ben. Ama ne yazık ki ülkemizde bu oran çok az. Oysaki fazla olmalı. Fazla olmalı ki gelişelim. Ben okuyarak rahatlarım, yeni kitaplar ve yazarlar keşfetmek için can atarım.
Bana göre okumak ve yazmak kardeştir. Ben ve Safa gibi. Kitap ve kahve gibi. Göz ve gözyaşı gibi. Kâğıt ve kalem gibi. Müzik ve ritim gibi. Ayrılmaz ikililer. Ve bu ayrılmaz ikiliden bir mucize doğar. İnsanları meraka sürükleyen, huzur veren bir mucize… Kitap. Zorlu bir mucizenin gebe kalışı sonucunda doğan kitap, yazılırken yemin eder ‘’ben insanlara bilgi kazandıracağım, okumayı sevdireceğim’’ diye. Ve yazım süreci biter, basılır ve elimizdeki yerlerini alırlar. Bizi kendilerine kilitler, hapsederler bizi. Konuşamayan, yürüyemeyen bilgi yüklü bir kâğıt tarafından rehin alınırız. Ne komik değil mi? Ama gerçek olan bu! Rehin alındığımız anda başlar kitap diyarına yolculuğumuz. Maceralara dalar ve kendimizi kitapta ki hiç var olmamış karakterlerin yerine koyarız. Yazarın o karakter için yazdığı, hiç hissedilmemiş duyguları hissederiz. Kalbimiz güm güm atar. Ve bir bakmışız ki kitaplar diyarına yolculuğumuz bitmiş. Çünkü kitap sona ulaşmış. Hele de mutlu sona ulaşmışsa tadından yenmez. Okumayan hiç kimse bu yolculuğun tadını tadamaz. Ve işte insan, bu diyara giremeyen insan, olmamıştır!
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in bile ilk vahyi ‘’Oku! Yaradan Rabbi’nin adıyla oku!’’ iken bizim okuyan milletimizin sayısının az olması ne üzücü. Hâlbuki herkes okumalı. ‘’Okumak’’ eylemini Yüce Allah’ın bir emri görerek okumalıyız.
Giresun’umuzda kitap okumak ve kitap okumayı sevdirmek adına birçok proje gerçekleştirilmiştir. Bunların en başında Sokak Kütüphanesi ile Kitap ve Oyuncak Kumbarası gelir. Bu iki proje sadece Giresun Belediyesi tarafından gerçekleştirilmiş ve beğeni toplamıştır. Giresun, bu iki projeden sonra okuyan ve okumayı paylaşan bir şehir olmalı. Bu da okuma oranımızın artacağının göstergesidir. Okumak, bir virüs gibi yaygınlaşmalıdır. Bulaşıcı hastalık gibi, dokunulan kişiye bulaşmalıdır. Karadeniz insanı manzaraya düşkündür. Hemen çay veya kahve alıp manzaranın tadını çıkarırlar. O manzara karşısında kitap okumak öyle güzel olur ki! Bunu bir deneyelim. Bu ödeviniz. Sonuçları gelip bana söyleyin, notunuzu vereyim. Giresun’umuza bu iki güzel proje için teşekkür ediyorum. Onlarla gurur duyuyorum. Giresun, Türkiye’nin en çok okuyan şehri olmayı hedeflemeli. Umarım kitap okumak adına daha büyük projelere adım atarlar.
‘’Oku!’’ kelimesinin anlamına varabilmemiz, kitaplar diyarına yolculuk yapabilmeniz ve Giresun’umuzun gelişmesi temennisiyle.
Yazının orjinalini okumak için: Okumanın Yazması
Bu bir Giresun Blog içeriğidir.